1 Ağustos 2015 Cumartesi

Eski Türk Edebiyatı

Eski Türk Edebiyatı
Türk edebiyatı 14. Yüzyıldan itibaren Türkçenin yayıldığı geniş coğrafyada farklı lehçelere ayrışmasından sonra bu lehçelere göre teşekkül etmeye başladı. 14. Yüzyıldan önce Orta Asya, İran ve Anadolu sahasındaki eserler arasında büyük farklılıklar yoktur. Ancak belirtilen tarihten sonra gerek biçim gerekse içerik bakımından değişiklikler görülmeye başlanmıştır. Bundan dolayı edebiyat tarihini üç ana lehçeye göre tasnif ediyoruz:
1) Çağatayca
2) Azeri lehçesi
3) Anadolu lehçesi
Edebiyat araştırmaları bu üç lehçe merkeze alınarak devam edegeldi.

Çağatay Edebiyatı
Ali Şir Nevaî ve Hüseyin Baykara’nın döneminde (15. Yüzyıl) Çağatay edebiyatı zirve noktasını yaşamıştır. Bu dönemde Herat önemli bir kültür merkezi hüviyeti kazanmıştır. 16. Yüzyılda edebi verim gelişmeye devam etmiştir. Timur sülalesinden Babür, Hindistan’a otorite kurarak bu bölgede Türk kültürün yayılmasına vesile oldu. Onun döneminde bu bölgede de edebi verimler ortaya çıktı.
Babür’ün bizzat kendisinin yazdığı Babür-nâme adlı hatıratı çok değerlidir. Eser, tarihi ve kültürel araştırmalar için bulunmaz bir kaynaktır.
Babür ayrıca Risale-i Arûz adında bir aruz risalesi yazmıştır. Eser, o dönem Türk sahasında kullanılan nazım şekilleri hakkında bilgi verir.
Oğlu için dinî bilgiler ihtiva eden bir başka risale kaleme almıştır. Bunun dışında Mübeyyin adlı mesnevisi vardır.
Timur devleti dağıldıktan sonra onun topraklarında Şeybani adlı bir Türk’ün kurduğu Şeybaniler devleti de kendine has bir kültür ortamı geliştirmiştir.
Şeybanî’nin Türkçe divanı vardır. Hatıratının ismi Mihman-nâme-i Buharâ’dır. Farsça yazılmış olan hatırat, Maverahünnehir kültürü hakkında çok önemli bir eserdir.
Çağatay sahasında Heratlı Fahri’nin yazdığı Ravzatü’s-Selâtin, Çağatay ve Türk sahasında yaşayan şairlerden söz eden bir tezkiredir.

Azeri Edebiyatı
Azeri edebiyatının genel hüviyeti mezhebidir. Buna sebep 14. yüzyılda Hurufiliğin bölgede etkili olması gösterilebilir. Fazlullah-ı Hurûfî’nin kurduğu mezhep, 15. Yüzyılın tanınmış şairi Habibî’nin şiirlerinde etkisi sürdürmüş ve 16. Yüzyılda da etkili kalmıştır.
Hurûfîliğin yanında Şiilik inancı da bölgede yaygındır.
Sâm Mirzâ’nın Tuhfe-i Sâmi adlı tezkiresi bölgenin bu dönemi için önemli kaynaktır.
Şah İsmail’in bölge şairleri üzerinde çok büyük etkisi olmuştur.
İran Şiiliğini resmen mezhep haline sokan Şah İsmail’dir.
Politik yönü gelişmiş olan Şah İsmail, Türkler için Türkçe, İranlılar için Farsça şiirler yazdı/söyledi. Eserlerinde hem Hurûfîlik hem de Şiilik inancının izleri görülür. Yavuz Sultan Selim’e mağlup oluncaya dek şahlıkla şeyhliği beraber yürüttü.

Hurûfîlik
Fazlullah-ı Hurûfî’nin kurduğu bu mezhebin inançları batıldır. Hurûf, harf demektir.
Hurûfîlere göre kâinat sesten yaratılmıştır. Ses, harflerle belli olur ve mana kazanır. Bu yüzden harfler her şeyin esasıdır.
Arap alfabesinde 28 harf vardır. Bu harfler insan yüzünde mevcuttur. Bu mevcudiyeti harfe hat kelimesini kullanmak suretiyle izah ederler. İnsanın yüzünde yedi hat vardır. Mantık dışı bu açıklamaların peşi sıra ilerleyerek devam ederler. Kur’an-ı Kerim’i kendi inançlarına göre tefsir ederler. Duaları kendilerine özeldir. Fazlullah, Kur’an’da geçen fazl kelimesinin kendine dalalet ettiğini söyler. Miraçtan maksadın yüzdeki hatları göstermek olduğunu iddia eder.
Fazlullah bu fikirlerini İlhanlı hükümdarlarına tavsiye etmeye kalkınca büyük bir katliamın pimi çekilmiş oldu. Katliamdan kaçanların bir kısmı Anadolu’ya bir kısmı da Hindistan’a gitti. Anadolu’ya gelenler Bektaşî çevrelerinde teveccüh gördüler. Hurûfî gelenek Bektaşîlerin eserlerinde varlığını sürdürdü. Ancak buradaki kullanımın ağırlıkla edebi süs olarak tercih edildiğini de düşünmek gerekir.

Şiilik / Şia
Şia / taraftar demektir.
Hz. Ali zamanında ortaya çıkan ayrılığın taraftarıdırlar. Kerbela hadisesinden sonra Şia yaygınlaştı. Arabistan’dan ayrılıp İran’a gittiler. Zamanla Hz. Ali sevgisi bu topluluk arasında yüceltilmeye başlandı. Şah İsmail, Şia’yı mezhep haline getirene kadar İran’da bu şekilde varlığını sürdürdü. Şah İsmail Şia’yı Osmanlılara karşı kullanır. Zaten İran, sürekli olarak Türklere karşı mücadele içinde olmuştur. Bu uğurda Batıyla ittifak yapmaktan kaçınmamıştır.
Yavuz Sultan Selim’e “Yavuz” lakabı Şiiler tarafından verilmiştir.

Batınîlik
Kur’an’ın bilinen manalarının dışında gizli anlamlarının olduğunu iddia edenlerin ekolüdür.

Anadolu Sahası
Beylikler döneminde her beyliğin merkezi aynı zamanda birer kültür merkeziydi. Bunların arasında Germiyanoğulları Beyliği en gayretlisiydi. Diğer beyliklere nazaran çok daha fazla eser vermiştir. Süleyman Şah zamanında Germiyanoğulları Beyliğinde Ahmedî, Ahmedi Daî, Şeyhî (aynı zamanda hekimdir), Şeyhoğlu gibi şairler yetişmiştir. Germiyanoğulları taşlara da eserler yazmışlardır. Taş Vakfiyye olarak bilinen bu taşlar Orhun Yazıtlarına benzer.
1277’de Karamanoğlu Beyliği Türkçeyi devlet dili yapmak istemiştir. Fakat Karaman Beyi, Yarıcanî adlı bir müellife Farsça Şehnâme yazdırır. 
Ankara Savaşı’ndan sonra Anadolu sahasının edebiyatçı âlimleri Osmanlı sarayına toplanmaya başlamışlardır.
Fatih’ten itibaren Osmanlı padişahları şiir yazmaya başlar. 16. Yüzyılın bütün padişahları şiir yazmıştır. Bunların arasında Kanunî, yazdığı 2800 gazelle, devrin en büyük şairleri arasında sayılır.

Tezkireler
Erken dönemde şiir mecmuaları olarak karşımıza çıkar.
Tezkire kelimesinin kökü zikirdir; bir şeyi anmak, yâd etmek manalarına gelir. 
Tezkirelerin başlangıcı Arapların tabakat kitaplarına dayanır. Tezkire geleneği, Araplardan Farslara onlardan da bize geçmiştir.
Türkçe’de ilk tezkire Evliya Tezkiresi’dir.
İran bölgesi tezkireleri ağırlıkla şairlere ve velilere hasredilmiştir. Bu nedenle isimleri tezkiretü’ş-şuara veya tezkiretü’l-evliyadır. Farsça ilk tezkire Nizam’i Aruzî’nin Çehâr Makâle adlı eseridir. Müellif bu eserinde münşilerin, müneccimlerin, şair ve hekimlerin hayatlarından ve eserlerinden söz eder.
İran edebiyatında gerçek anlamda tezkire, Muhammed Alvî ile başlar. Lübâbü’l Elbâb adlı eseri 1221 tarihlidir.
Daha sonra Devletşah’ın Tezkiretü’ş Şuara’sı gelir. Bu eser, kendisinden sonra yazılan tezkireler için örnek oluşturur. Süleyman Efendi tarafından Safinetü’ş Şuara adıyla tercüme edilmiştir.
Devletşah’ı örnek alarak Hindistan’da birçok tezkire yazılmıştır.

İran Tezkireleri
Sâm Mirzâ - Tuhfe-i Sâmi (1550)
Emin Ahmed Razî – Heft İklim (1594)
Tahir Nasrabâdî – Tezkire-i Nasrabâdîye (1672)
Muhammed Efdal Sarhoş – Kelimetü’ş Şuara

Türk Edebiyatında Şuara Tezkireciliği
Ali Şir Nevaî’ye kadarki dönemde şairler hakkında bilgi içeren metinler toplama eserler yani mecmualardır.
Ali Şir Nevaî’den sonra tezkireler başlar.
Nevaî’nin Mecalisü’n Nefais (1491) adlı tezkiresi ilke defa 1908’de Taşkent’te basıldı.
Sadıkî’nin Mecmaü’l Havâs adlı eseri Nevaî’nin eseri örnek alınarak yazılmıştır. Eserin ayırt edici özelliği Türk olup da Farsça yazan şairlere de yer vermesidir. Bu iki eser, Çağatay Türkçesiyle yazılmıştır.

Osmanlı döneminin ilk tezkiresi Sehi Bey’in Heşt Behişt’idir (1538). Bu eser Devletşah ve Nevaî’nin eserleri tetkik edilerek yazılmıştır (eserin 8 babdan oluşması buna delildir).
Tezkirede şairler tarih sırasına göre verilmiştir.
Ahdî’nin Gülşen-i Şuara’sı (1563) mahallidir. Ağırlıkla Bağdat ve çevresinde yaşamış şairlere yer verir.
Âşık Çelebi’nin Meşariü’ş-Şuara’sı ebced sıralıdır. Eserde 14. yüzyıl ila şairin yaşadığı dönemde kadarki şairlere yer verilmiştir.
Kınalizade Hasan Çelebi’nin Tezkiretü’ş Şuara (1586) ve Gelibolulu Âli’nin Künhü’l Ahbâr’ı dönemin diğer tezkireleridir.

Eski Türk Edebiyatında Nesir
Uygur metinleri ağrılıkla dinî içeriklidir.
Müslüman Türklerin ilk eseri Kutadgu Bilig’dir.
İslam döneminin bir diğer önemli eseri Divan-ı Lügati’t Türk’tür.
14. yüzyılda siyer-i nebîler dikkat çeker.
Erzurumlu Mustafa Darîr’in Füruhu’ş Şam,
Âşık Paşa’nın Garipnâme’si,
Şeyhoğlu Mustafa’nın Marzubannâme’si nesir türünün önemli eserleridir.

Dili ne çok basit ne de çok süslü olan orta nesir denilen usûlde ağırlıkla tarih kitapları neşredilmiştir.
15. yüzyılda nesir türündeki önemli iki eserler Sinan Paşa’nın Tazarrunâme ve Marifetnâme’sidir.

Şiir
16. asra ışık tutan şairler: Necatî, Tacizâde Cafer Çelebi, Akşemseddinzâde Hamdullah Hamdi ve Edirneli Revanî’dir.

Necati
Necatî’nin hayatı hakkında bilgimiz zayıf.
Köle olduğu rivayet edilir. Bu nedenle Abdullah adıyla anılır.
Necatî ismi kurtulmaya gönderme yapar. Benzer manada kullanılan Nuh ismi de şaire izafe edilmiştir.
Bazı kaynaklarda Kastamonulu olduğu yazılıdır.
Kastamonu’dayken “döne döne” redifli şiirini yazmıştır. Bu şiirine çokça nazire yazılmıştır.
Fatih’e ve çeşitli paşalara kasideler yazmıştır.
Kastamonu’dan sonra Konya, Karaman’a şehzade Abdullah’ın yanına gitmiştir. Şehzade öldükten sonra İstanbul’a gider. Oradan Şehzade Mahmut’la birlikte Manisa sancağına gider. Burada nişancı olarak görev yapar. Şehzade’nin emriyle Gazalî’nin Kimya-yı Saadet adlı eserini tercüme eder. Bu dönemde Leyla ile Mecnun adlı bir mesnevi ve Gül-ü Hüsrev adlı bir başka eser yazdığı söylenir. Bu eserlerin hiçbiri ele geçmemiştir.
Şehzade öldükten sonra İstanbul’a döndü ve hayatının son yıllarını burada geçirdi.
Yaşadığı dönemde şiirleri elde ele, dilden dile dolaştıysa da divanını kendisi değil Müeyyizâde meydana getirmiştir. Bazı şiirleri o dönemde güftelenmiştir.
Ölümünden sonra çeşitli şairler onun için şiirler söylemiştir.
Necatî’nin şiirleri açık bir Türkçe ile yazılmıştır.
Bazı şiirlerinde atasözüne benzer beyitlere rastlarız. Devrin sosyal hayatı onun şiirlerinde açıkça görülür.

Zeynep Hatun
Necatî’nin muasırıdır.

Mihrî Hatun
Amasya’da doğdu.
Asıl ismi Hayrünnisa ya da Fahrünnisa olsa gerektir. Mihrî mahlasını ona şair olan babası vermiştir.
Yaşadığı devirde Amasya’da Şehzade Ahmet vardır.
Divanı günümüze ulaşmıştır.
Kasidelerini daha çok II. Bayezid ve Şehzade Ahmed’e yazmıştır.
Hiç evlenmemiş bütün ömrünü Amasyalı Sinan Paşazâde İskender Çelebi’ye duyduğu platonik aşkın tesirinde geçirmiştir.
Şiirleri çoğunlukla İskender Çelebi ile ilgilidir.
Necatî’nin şiirlerine nazireler yazmıştır. Fakat bu şiirleri Necatî beğenmemiştir.
Şiirlerinde sâde, açık bir dil kullanmıştır.
“Ben umardım ki bana yâr-ı vefâdâr olasın
Ne bleydüm ki beğüm böyle cefakâr olasın” beytiyle başlayan gazeli meşhurdur.

Mesihî
Mesih / Hz. İsa için söylenir. Mesihî’nin asıl adı da İsa’dır. Priştineli olduğu söylenir. Şiirden başka hat sanatıyla da ilgilenmiştir. Hâmisi Hadım Ali Paşa’dır.
Mesihî daha çok şehrengizi ile meşhurdur. Eseri, Edirne hakkındadır.
Diğer eserleri: Divanı ve Gül-i Sadberk’dir.
Dili sâdedir.
Avrupalılar tarafından taklit edilmiştir.
Bahar Kasidesi, Almancaya ve İngilizceye tercüme edilmiştir. Bu kaside Bakî’ye de tesir etmiştir.

Revanî
Asıl adı İlyas Şucâ Çelebi’dir. Edirne’de doğdu.
Divanı vardır.
İşaretnâme adında bir de mesnevi vardır.

Akşemseddinzâde Hamdullah Hamdi
Göynük’te doğdu. Çeşitli devlet görevlerinde bulundu.
Hamse sahibi ilk şairimizdir.
Eserleri:
Yusuf ile Züleyha
Leyla ile Mecnun
Tuhfetü’l Uşşâk
Kıyafetnâme (insanın dış görünüşünden içini okuma ilmiyle ilgilidir)
Mevlid
Mevlid geleneği edebiyatımızda Erzurumlu Kadı Darîr ile başlar. İlk mevlid örnekleri siyer-i nebi kitaplarının içindir.
Hamdullah Hamdî, divanında hayatından şikâyet eder.

Tâcizâde Câfer Çelebi
Daha çok münşidir, nesirleriyle tanınır. Nişancılık ve kazaskerlik yapmıştır. Yavuz’un Tâcizâde’ye düşkünlüğü vardı, onun devrinde el üstünde tutulmuştur. Bununla birlikte Yavuz’un zamanında idam edilmiştir.
Şiirde taklide karşı olan Tâcizâde, her şairin yeni bir çığır açması gerektiğini söyler.
Hevesnâme’si tasvirleri ve hadislerin işlenme biçimi bakımından orijinaldir. Eserde İstanbul’un çeşitli mekânlarından söz eder. Eser, 15. yüzyıl İstanbul’u için önemli bir tarihi vesikadır.
Mahsuse-i İstanbul Fetihnâme, tarih içeriklidir.
Divan ve Münşeat, Tâcizâde’nin diğer eserleridir.

Zâtî
16. yüzyılın üstadıdır. Balıkesir’de doğdu. Babası çizmeci esnafıydı. İstanbul’da Beyazıt Camii çevresinde dükkân açar. Dükkânında yazmalar vs. şeyler satar. Sağır olduğu için memuriyet yapamaz. Devrin meşhurlarına kasideler yazar. 3000 gazeli vardır. Gazellerinde nükte dikkat çeker. Bilgi ve hayalleriyle gazellerini süslemiştir. Çok yazdığı için çokça tekrara düşmüştür. Bâkî onun yanında yetişmiştir.

Eserleri
Divan: Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan tarafından neşredilmiştir.
Şem ü Pervâne: İlahî aşkı anlatan çok önemli bir mesnevidir.
Ahmed ü Mehmed
Edirne Şehrengizi
Siyer-i Nebî
Mevlid

Bâkî
Osmanlı dönemi Türk şiirinin en büyük şairlerindendir. Yükseliş döneminin en güçlü sesidir.  
Fatih’te doğdu. Babası müezzindir. Sirâc olarak çalışmaya başladı. Sirâc olarak medreselere gide gele, âlimlere heves eder. Fatih Camiinde bir köşede vaaz vermeye başlar.
Zatî’nin dükkânına sık sık uğrar. Zatî, Bâkî’nin gazellerini tanzir eder. Bâkî’yi yüksek zümreye tanıtır. Bâkî bu dönemde Süleymaniye Medresesinde Kadızâde’nin derslerini takip eder.
Kanunî ile tanışır, onun himayesine girer. Sultan-ı şuara unvanını alır. Murat Paşa Medresesi’ne müderris olur.
En büyük arzusu olan Şeyhülislam makamına yaklaşsa da ulaşamaz. 1600 yılında vefat eder.
Nüktedan, hicve meyyal, şakacı biridir. Şeyhülislamlığa gelememesine bir sebep de bu hallerinin yanında hafif meşrep olmasıdır. Bâkî’ye yönelik hicivlerin başında babasına gönderme yapanlar gelir; ona Kargazâde derler.
Şiirleri musikiye uyumludur, ses ahengi çok güçlüdür. Sözcük seçiminde o kadar titiz ve başarılıdır ki okuyan, dinleyen herkesi büyüler. Sözcüklere hâkimiyeti, bazı sözcük oyunlarında da kendini belli eder. Tevriye sanatına sıkça başvurur. Özellikle gazellerine çok özenmiştir. O bir gazel şairidir diyebiliriz. 600’den fazla gazeli vardır.  
Kaynaklarda ailesinin kökleri Mevlana Celaleddin Rumî’ye kadar gider. Şiirlerinde de bu durumun varlığı kendini gösterir.
Şiirimizde eksik kalan tasvir, Bâkî ile giderilmiştir. Özellikle sonbahar tasvirleri harikuladedir.
Bâkî’nin edebi tesirini en çok 17. yüzyılda Şeyhülislam Yahya ve Nedim’de görürüz.

Divanında şiirle ilgili görüşlerine yer verir. Şiirde hoş bir seda ister. Ayrıca şaird davudî bir ses ister.
Bâkî’nin şiirlerinde Ahmedî’nin tesiri görülür.

Eserleri
Divan: Edebi değeri divanı sebebiyledir. İlk defa Kanunî’nin emriyle tertiplediği divanını daha sonra yine kendisi genişletip yeniden tertip etmiştir. Divanında dinî şiirlere yer vermez. Naat yazmamasına sebep Allah’ın övdüğünü övmeyi kendine yakıştıramamasıdır (cüret bağlamında).
Gazellerinde bilhassa “r” harfine düşkünlüğü dikkat çeker. Bu harfle çok fazla kafiye kurmuştur.
Bahar Kasidesi ve Hazan Kasidesi ünlü kasideleridir.
En büyük şiirlerinden biri Kanunî Mersiyesi’dir. Mersiye geleneği bu şiirle başlamıştır. Bu kaside adeta epik bir ölüm marşıdır.

Fezâilü’c-Cihâd: Arapçadan tercime bir eserdir. Müslümanlara savaş aşkı telkin eden eser, Sokullu’ya takdim edilmiştir.

Me’âlimü’l Yakîn: Şehabeddin Ahmed’in eseri esas alınarak adapte edilmiştir. Bâkî, eseri kendi araştırmalarıyla genişletmiştir. Fıkıh konularında bilgiler içerir. Dil yönünden çok açık olan bu eser halk için yazılmıştır.

Fezâil-i Mekke: Küçük, manzum bir eserdir.

Gazâlî
Asıl adı Mehmed Efendi’dir. Deli Birader lakabı ile anılır. Şehzade Korkut’un çevresinde bulunmuştur.
Medrese mezunudur, aynı zamanda bir tekkeye devam etmiştir. Ağırlıkla Gayikli Baba Tekkesi’ne giderdi. Şiirlerinde müstehzi bir tavır vardır.
Eserleri

Cernâme: 31 beyitlik bir manzumedir.

Dâfiü’l Gümûm ve Râfiü’l Hümûm: (Gamları giderici ve Kederleri Kaldırıcı) En önemli eseridir. Piyale Paşa’ya sunulmuş mensur bir eserdir. Fazla açık saçık bir eserdir.

Figânî
Trabzonludur. Asıl ismi Ramazan’dır. Mizahi bir şairdir. Genç yaşta haksız yere idam edilmiştir.
Divançesi Prof. Dr. Abdülkadir Karahan tarafından derlenmiştir.

Hayâlî
Vardar eşrafındandır. Osmanlı ordusunun Bağdat seferinde bulunmuştur. Sefer sırasında Fuzulî ile tanıştı. Bâkî’nin parıltısı göz kamaştırmaya başlayınca gözden düşmüş bir şairdir.
Gazellerinde tasavvufi öğeler ağır basar. Hissi, duygu yönü güçlü bir şairdir. Şiirlerinde mahalli unsurlara yer verir. Bilhassa denize karşı çok duyarlıdır, deniz onu kendine çeker.
Mağrur biridir. Kendini İran şairleriyle kıyaslar.
Tek eseri olan divanında 600’den fazla gazeli vardır. Divanı Ali Nihat Tarlan tarafından neşredilmiştir.

Divân Şiirinde Denizcilik Lisanı
Türkler, Selçuklular döneminde denize ulaştılar. Çaka Bey, denizcilik lisanını şiire dâhil eden ilk kişidir. Venedik, Ceneviz gibi denizcilikte ileri devletlerle temaslar ilerledikçe ağırlıkla Latince denizcilik terimleri lisanımıza girmeye başlar.


Agehî
16. yüzyılda denizcilik lisanının Osmanlı şiirinde gelişmesinde önemli katkıları oldu.
Vardar Yenicesindendir. Asıl adı Mansur’dur. Piyale Paşa’nın donanmasında görev almıştır. Nüktedan bir şairdir.

İshak Çelebi
Üsküplüdür.
Medrese tahsilinin ardından müderrislik yaptı.
Yavuz’la birlikte Mısır seferine katıldı. Nüktedan bir şairdir. Zarafeti ve ilmî yönü dikkat çeker.
Divanından başka dili oldukça süslü ve ağır olan bir Selimnâme’si vardır.

Emrî
Edirnelidir. Asıl adı Emrullah’tır.
Güzel konuşmasıyla ünlüydü. Hallah-i maânî lakabıyla anılır.
Emrî, bir hiciv şairidir. Bâkî ile olan geçimsizliği onu hicveden çokça şiir yazmasına vesile oldu.
Divanından başka Muamma Mecmuası adlı bir eseri daha vardır.

Nev’î / 1533-1599
Malkara’da doğar. Pir Alizade diye de anılır. Asıl adı Yahya’dır. Babası Halvetî şeyhidir. Bâkî’nin yakın arkadaşıdır. Sultan III. Murat’ın danışmanlarındandır. Haksızlığa tahammül göstermeyen çok dürüst bir kişidir.
Şiirlerinde dili sade ve açıktır. Buna rağmen ses ve mâna uyumu muazzamdır. Kaside-i Sûriyye adlı kasidesi çok ünlüdür (Sultan III. Mehmet’in sünneti için yazılmıştır). Divanında 400’den fazla gazeli vardır. Hadis-i Erbain, Hasb-i Hâl (mesnevi), Netâyicü’l-Fünûn şairin diğer eserleridir.

Rûhî-i Bağdadî
Asıl adı Osman’dır. Bağdat Valisi Ayaz Paşa’nın himayesinde bulundu. Ordu şairidir, savaşlara katılır. Kendisi de bir sipahidir. Çok gezmiş, gezdiği yerlerde âlimlerle tanışmış, kendini sevdirmiştir. Dirlik olarak kendisine çal (orman) verilmiştir. Fuzulî’nin oğlu Fazlı ile dostluk kurdu.
Şiirlerinde kahramanlık temaları vardır ancak kendisi tevazu sahibidir.
Divan’ında terkib-i bend’i meşhurdur. Şiirlerinde tenkitleri dikkat çeker. Fuzulî’nin tesirinde kalmıştır.

Fuzulî
Asıl adı Mehmet’tir. Soy bakımından Oğuzların Bayat boyundandır. Bağdat’ta yetişti. Bağdat’ın ilmî ikliminden olabildiğince istifade etti.
Kanunî’nin Bağdat’ı fethinden sonra Sultana Bağdat Kasidesi’ni sunmuştur. Sultan ona Bağdat vakfından maaş bağlatmış ancak Fuzulî bu maaşı alamamıştır. Bu hadise neticesinde meşhur Şikâyetnâme oraya çıkmıştır. Seferde Sultanın yanında bulunan Hayalî, Taşlıcalı Yahya gibi şairlerle tanışıp görüşen Fuzulî bu şairlerin de tavsiyesiyle Leylaa ile Mecnun’u yazmıştır. 1534’te bitirdiği eserini Bağdat Valisi Üveys Paşa’ya sunmuştur.
1556 yılında veba salgınında ölmüştür.
Sanatıyla doğu ve batı Türkçesi arasında bir köprü kurmuştur.
Çöl ve su arasında derinlikli düşüncelere sahiptir. Yaşadığı bölge Kerbela vak’asının acısını o dönemde de diri tutuyordu. Fuzulî, Resulullah’ın insanlar için nasıl bir rahmet olduğunu suyu çöle nispet ederek işaret eder. Su Kasidesi bu mânada yazılmış bir eserdir. Mecnun’un çilesini de çöle bakarak keşfetmiştir.
Mutasavvıf bir şair olan Fuzulî, şiirlerini ilmiyle de süslemiştir. Lirik şiirlerinde ilk anda fark edilmeyen bu derinlik yüzyıllar içerisinde adım adım keşfedilerek farklı dönemlerde farklı şairlerin ufkunu açmıştır.
Şiirlerinde zekâ, mizah ve hiciv kudreti çok yüksektir.
Sanatında ıstırap ve keder çok yer tutar.
Türkçenin gelişmekte olduğu bir devirde Türkçe ile ölümsüz şaheserler yazmıştır. Bu bakımdan Türkçeye yaptığı katkılar kıyas kabul edilmeyecek kadar çoktur.

Eserleri
Türkçe, Farsça ve Arapça üç ayrı divanı vardır.
Hadikatü’s-Sü’edâ, nesir türündedir. Kerbela olayını anlatır.
Beng ü Bâde, esrar ve şarap arasındaki bir münakaşayı anlatan 540 beyitlik bir eserdir.
Şikâyetnâme, Nişancı Celalzâde Mustafa Çelebi’ye yazılmıştır. Şaheser niteliğinde bir mektuptur.
Terceme-i Hadis-i Erbâin, Molla Cami’nin aynı adlı eserinin tercümesidir.
Risale-i Muammâ, Bilmece türünden küçük bir eserdir.
Matlau’l-İ’tikâd, mektup türündedir.
Türkçe-Farsça Manzum Lûgat, Prof. Dr. Fahir İz, böyle bir eseri olduğunu söyler.
Leyla ile Mecnun, Mesnevi tarzındadır. Meşhur hikâyenin en güzel ve aşılamayan örneğidir.
Enisü’l Kalb, 134 beyitlik bir kasidedir.
Heft Câm, (Sakinâme)
Rind-ü Zâhid

Hatâî
Sünnî bir aileden gelmektedir. Erdebil tarikatı Hoca Ali’den sonra Sünnîliği kaybedip Şiiliğe geçer. Buna mukabil Şah İsmail’de Şiilik alameti olarak kızıl başlık giydirilir. Şiirlerinde Sünni geleneğin bir uzantısı olarak tasavvufi motifler görülür. Hurufî gelenek de yine şiirine tesir etmiştir. Hitabet gücü yüksek bir şairdir. Şiirlerini propaganda amaçlı olarak kullanır. Türkçe şiir yazmasının bir nedeni de budur. Divan’ından başka Deh-nâme adında bir eseri daha vardır. İtikadî yönünü göstermesi bakımından Deh-nâme oldukça önemlidir.


2 yorum:

  1. Sadece iki dersin ozetimi var

    YanıtlaSil
  2. sayfanın sağ kenarı boyunca etiketler başlığını takip edin, orada edebiyatla ilgili bütün derslerin özetlerini göreceksiniz,

    YanıtlaSil